Oyun Adı : Sezar ile Kleopatra / Oyuncu
Oyunun başındaki Prolog'ta Mısır tanrısı Ra, seyircilere Sezar ve Kleopatra'ya ait bir aşk öyküsü seyretmeyeceklerini söylerken, bugünkü seyircinin düşünce tembeli olduğunu belirtir ve onları eleştirir. (S. 19)
OYUNCU
(Memfis'teki Ra Tapınağının girişi. Şahin başlı, saygın bir kişi, tapınağın karanlığında gizemli bir biçimde kendi ışığı ile görünür. Çağdaş seyircileri büyük bir hoşgörü ile gözden geçirdikten sonra onlarla konuşur.)
Selam size, küçük adanın garip sakinleri, susun da beni dinleyin. O bomboş hükümet bültenlerini ezberleyip kafalarının çocukça saflığını koruyan siz erkekler, kulak verin bana. Süslenip püflenerek erkeklerin aklını çelen ama kendi aklından geçenleri açığa vurmayan, erkekleri güçlü efendiler olduklarına inandırıp, içinizden, ne kafasız çocuklar olduklarını iyi biliriz, diyen siz kadınlar, sözlerimi yabana atmayın. Şu şahin başıma bakın da Rab olduğumu anlayın, bir zamanlar Mısır'ın güçlü tanrısı Rab. Huzurumda ne diz çökebilir, ne de secdeye varabilirsiniz. Orada, tıkış sıralarda kımıldamanız bile zor. Birbirinizin önünü kapatmaktan başka bir şey gelmez elinizden. Zaten herhangi bir harekete geçebilmeniz için başkalarının öncülük etmesi gerekir. Herkesin yapmadığı şeyi yapmak, işte bunu asla göze alamazsınız. Sizden bana tapmanızı değil, sesinizi kısmanızı istiyorum. Ne erkekleriniz konuşsun, ne de kadınlarınız öksürsün. Çünkü sizi iki bin yıl öncesine çağırmaya geldim. Sizden önce kimler geldi, kimler geçti. Güneşin doğup battığını, ayın biçimden biçime girdiğini sizden başka budalalar da gördü. Siz de onlar gibisiniz, ama onlar kadar büyük değilsiniz. Halkımın yaptığı piramitler bugün hala ayakta duruyor. Oysa sizin köleler gibi yığdığınız, adına da imparatorluk dediğiniz toprak yığınları, üstlerine kendi oğullarınızın toz toprak olan cesetlerini de katsanız, rüzgarla dört bir yana savruluyor.
Dinleyin beni, ite kaka okutulanlar. Nasıl bir eski bir de yeni İngiltere varsa, siz nasıl ikisi arasında bocalayıp duruyorsanız, bana tapıldığı günlerde bir eski bir de yeni Roma vardı. Bir de ikisi arasında bocalayan adamlar. Eski Roma yoksul, küçük, açgözlü, yırtıcı ve belalıydı. Gel gelelim aklı kıt, işi kolay olduğu için ne istediğini bilir, kendi işini kendi görürdü. Tanrılar acıdı Roma'ya, elinden tuttular, güçlendirdiler, korudular. Çünkü tanrılar küçüklere sabır gösterirler. Ama eski Roma tanrıların bu lütfundan şımardı. Şu bizim küçüklüğümüzde iş yok, dedi. Bu gidişle ne zengin, ne de büyük Roma oluruz. Büyümek, zenginleşmek mi istiyorsun? Yoksulları soyup soğana çevireceksin, zayıfları geberteceksin. Böylece kendi yoksullarını soyup bu zanaatta ustalaşırlar. Bu soygunculuğu kitabına uydurmasını da öğrendiler. Kendi yoksullarının cıcığını çıkarınca sıra başka ülkelerin yoksullarına geldi. O ülkeleri de Roma'ya katıverince yeni Roma doğdu. Kocaman, varlıklı, görkemli. Ben Ra, için için gülüyordum. Romalıların sömürgeleri bütün dünyaya yayılmış, ama kafaları eskisi gibi ufacık kalmıştı...
Romalılar eski Roma ile yenisi arasında kalakalmışken içlerinden büyük bir asker çıktı, büyük Pompeius. Pompeius yalnızca askerlerin büyük adam sayıldığı eski Roma'yı benimsedi. Tanrılarsa, akıllı bir adamın istediği yere gelebileceği yeni Roma'yı tuttular. Pompeins'a arkadaşı Julius Sezar tanrılardan yanaydı. Çünkü Roma 'nın, eski küçük Romalıların başa çıkamayacağı kadar ge1iştiğini fark etmişti. Bu Sezar yaman hatip, yaman politikacıydı. Adamları dil dökerek ve altın saçarak salın alırdı. Tıpkı sizin şimdi satın alındığınız gibi. Ama sözlerle ve altınlarla yetinmeyip savaşlarda ün salmaya da özendiklerinde Sezar artık orta yaşlıydı. Gel gelelim o işe de bulaştı. Kendi refahları için didinirken Sezar'a karşı çıkanlar, kan döken bir fatih olunca karşısında eğildiler. Siz ölümlüler böylesiniz işte, huyunuz kurusun.
Pompeios'a gelince, tanrılar onun zaferlerinden de, tanrılık taslamasından da bıkmışlardı. Çünkü insan denen bir zavallı solucan olduğunu unutup yasa gibi, görev gibi, boyundan büyük laflar ediyordu. Tanrılar Sezar'a güler yüz gösterdiler, çünkü ona verdikleri hayatı yüreklice yaşıyordu. Yaratıcılığımızda ayıplar, kusurlar aramıyor, el işimizi utanılacak bir şeymiş gibi saklamıyordu. Ne demek istediğimi anlamışsınızdır. İşlediğiniz günahlardan biri de budur çünkü.
İffetsiz bir kadının serüvenlerini izlemeye can atıyorsunuz, değil mi? Kleopatra adı mı içinizi gıcıklayıp sizi buraya çekti? Budalar! Kleopatra daha dadısından kamçı yiyen bir çocuktur. Ruhunuzun kurtuluşu için size göstereceklerim şunlar: Mısır’da Sezar , nasıl Pompeins’u ararken Kleopatra’yı buldu? Pompueius’un kellesi nasıl bir kelle turşuluk lahana gibi sunuldu kendisine? Sezar Mısır’dan ayrılıp yollarda savaşarak Roma'ya dönmeden, Roma Pompeios'un ruhunu yaşatan adaların elinde can vermeden, yaşlı Sezar ile çocuk kraliçe arasında neler geçti? Cahilliği bırakın, gözünüzü açın da ibret alın. Yirmi yüzyıl önce insanların sizler gibi yaşayıp konuştuğunu, sizlerden ne daha kötü, ne daha iyi, ne daha akıllı, ne daha salak olduğunu göreceksiniz. Aradan geçen iki bin yıl ben Tanrı Ra için göz açıp kapayasıya geçen zamandır. Bugün Sezar'ın Mısır'a ayak bastığı günden farklı değil benim için. Şimdi sizi terk ediyorum, çünkü can sıkıcı insanlarsınız. Size bir şey öğretmeye çalışan boşuna nefes tüketir. Bu kadar konuşmazdım ya, bir tanrının doğasında vardır sonsuza dek toz toprakla, karanlıkla boğuşmak, gökselliğe duyduğu özlemin gücüyle onlardan daha çok yaşam, daha çok ışık koparıp ortaya salmak. Onun için yerlerinize kazıklanıp kapatın çenenizi. Birazdan büyük bir adam konuşacak, sizin ölçülerinize göre de büyük bir adam. Korkmayın, ben bir daha ağzımı açacak değilim. Öykünün gerisini onu yaşayanlardan öğrenirsiniz. Elveda! Zinhar beni alkışlamak küstahlığında bulunmayın!